O bizim uyumsuz çocuğumuz...
Ahmet Kaya
Bir yanıyla bugünün insanıydı. Anlattığı her hikâye, yeni
zamanların acılarına, umutlarına, mücadelelerine, zaferlerine ama en çok
yenilgilerine dokunuyordu. Darbeyle, ihanetle, yalnızlıkla hayatları,
gelecekleri ve geçmişleri ellerinden alınmış insanların "modern" kederini
anlatıyordu.
Şehirliydi...
Başımız beladaydı; yasal mermisiyle yaklaşan komiserden
kaçıyor, eşkâlimizi gizliyorduk. Parlak bir geleceğin idealiyle atıldığımız
deli yol bizi hep beraber yürüyeceğimiz özgür ve müreffeh geniş caddelere
değil, kentin kaybolmuş çocuklara, orospulara, kaçaklara, bitirimlere ayırdığı
arka sokaklarına çıkarmıştı. Kimimiz kayboldu, kimimiz geleceğe dair umudunu
kutulara sakladı, kimimiz bu kez sadece kendisi için kurulabilecek rahat,
konforlu bir geleceğin peşinden koşmak için şehrin parlak merkezlerine döndü.
Bazıları ise o sokakların kadim diline ses oldu. O dil
Türkçelerden, Kürtçelerden azade, aslında bu ülkenin yoksullukla, hor
görülmüşlükle büyümüş, doğduğu yahut ait olduğu coğrafyanın hangi meridyende
olduğuna bağlı olarak kaderi çizilmiş evlatlarının anadiliydi. Ahmet Kaya bu
anadili çoğumuz kadar, belki çoğumuzdan iyi biliyordu zaten. O dili bize
öğretti, o dili konuşanlara tercüman oldu, o sokakların sakinlerine, o dille
hikâyeler anlatabilmenin hazin heyecanını gösterdi.
Sevdalıydı...
Anladık ki, sanılanın aksine ceketlerinin iç cebine tabanca
saklayanların o ceplerinde soğuk kabzaya bitişik sevdalar da saklanabiliyormuş.
"O"nun bazen elini cebine sokup ikisine birden sarıldığını
düşünmüşümdür hep. O tabancaya dokunduğu şarkılar, bugünün düne, varlığın
yokluğa, hayatın "geçmiş"e dönmek üzere olduğunu anlatıyordu. Oysa sevgi de aşk da yalnız geleceğin
pencerelerini açar. "Bu ne yaman çelişki anne..."
Gerçekti...
Yeni zamanların insanıydı ya, yeni zamanların kurallarına
hiç uymadı. Bu gösterinin tam ortasındaydı da bu gösteriden hiç haz etmedi.
Eminim zira bunu hayatıyla gösterdi. Anlattığı öykü onun gerçeği oldu.
"Onlar şarkı sonuçta..." deyip geçemedi; duygusunu hayatının gerçeği,
hayatını şarkısının sözü kıldı. Bu yanıyla da bu çağa ait değilmiş gibi durdu
hep.
Söylediği şarkıların, haykırdığı sözlerin kehanetini yaşayan
kaç kişi biliyorsunuz?
Ben Ahmet Kaya'da hep bir "olmamışlık" bulurum.
Yalnız anlattığı büyük hikâyenin hayal kırıklığına bağlanan sonu değil bana
bunu hissettiren. Yalnız müziğini bir yerlere konumlandıramamanın
tedirginliğiyle de söylemiyorum bunu. Onda hayatının baharında geleceği
gözlerinin önünden uçup gitmiş, büyümesi sekteye uğramış, yaş almışların sözde
olgunluğunun uzağına düşmüş bir gencin dünyasını görüyorum: Umutsuz ama âşık,
öfkeli ama sevgi dolu, fevri ama özenli, küskün ama kucaklanan...
"Hırpalandım", "hapsedildim", "dövüldüm","
vuruldum" derken ne kadar küskünse, "Ellerini tutmazsam gülüm,yakarım geceleri" derken o kadar aşka, dolayısıyla hayata inanmış...
Eşsizdi...
Geçtiğimiz günlerin birinde birkaç müzisyen dostla şu soruyu
sorduk kendimize: "Yeni bir Ahmet Kaya gelir mi?" Ben, Ahmet Kaya'nın
gidişiyle doğan "sosyolojik" boşluğun henüz doldurulamadığını iddia
ettim. Müzikte hem devrimci ve yeni laflar edebilen, hem müzikal olarak yeni
bir ifade biçimi keşfeden hem de Ahmet Kaya kadar kitleselleşebilen, gruplar,
görüşler, bağlamlar ve durumlar üstü bir figür henüz yok. Gezi'nin geride
bıraktığı hava içerisinden çıkar mı onu da bilmiyorum. Ancak sözünü, O'nun
zamanında söylediği özgünlükte söyleyebilen kim olacaksa büyük bir
"vaka"ya dönüşecek, bunu biliyorum.
Ahmet Kaya bir "vaka"dır. Tanımlanamaz,
sınırlandırılamaz, sınıflandırılamaz bir yerde duruyor. Kendisine yöneltilen eleştirilenin
bazılarını olduğu gibi kendisine yönelen sevginin ve iltifatın çoğunu da hak
ediyor. İstatistiklere göre, kullanıcılarının çoğunun onun müziğiyle o
hayattayken tanışmaya yaşı yetmeyen gençler olduğu Youtube'da hâlâ en çok onun
şarkıları dinleniyor.
Siyasetten uzak dertleri de, sevdaya yer bırakmayan yaşam
gailesi de, ama cezaevleri de, ama sürgünler de, ve tabii her zaman olmamış
sevdalar da yakamızı bırakmayacak, bunu anladık. Bunu anladıkça Ahmet Kaya'yı
da, onun daha uzun yıllar boyunca hep "en çok dinlenen"imiz olacağını
da gördük.
Aldık, kabul ettik, başımızın üstüne koyduk gözüm...