5 Ocak 2016 Salı

Arkansaslı Rosetta Tharpe'den Dersimli Ayşe Şewaxî'ye dünyatarihsel tekerrür


İlk plak kaydını Dersim Katliamı'nın yaşandığı elim yılda yapan Rosetta Tharpe yıllar önce Manchester'dan soruyordu: "Yağmur yağmadı mı?"
Tharpe hayata gözlerini yumduktan sanıyorum 6 ya da 7 yıl sonra Pertek'in Celedûr köyünde dünyaya gelen Ayşe Şewaxî cevaplıyor: "Yağmur yağdı, le le, toprak ıslanmadı..."



"The Original Soul Sister"la tanışın. Sister Rosetta Tharpe, az aşağıdaki videoda, kapalı bir Manchester gününde hemen hepsi beyaz olan yeniyetmelere coşkuyla şarkı söylüyor. Elvis'in, Johnny Cash'in, Chuck Berry'nin ve daha nicesinin ilhamı, müzikal ablası... Kış vakti "kopkoyu bir göğe bakarak şarkı söylemek de var" dedirtir belki diye...





1915'te, ABD'nin belki de en ırkçı eyaleti Arkansas'ta, pamuk işçisi bir anne babadan dünyaya gelmiş Tharpe. "Neredeyse..." değil, bildiğin kölelik.

(2006'nın başı. Bir iki hafta önce 90. yaşına giren Mihri Belli'yle, Sahrayıcedit'deki evindeyiz. "30'lu yıllarda Mississippi'deydim" diyor. "Martin Luther King kaydırak kayıyordu ben Amerika'yı örgütlerken. Ben ülkemde çok fakirlik gördüm, çok acı, çok zulüm... Ama o yıllarda Amerika'da gördüğüm şey, siyah yarıcıların o tarlalarda yaşadıkları, tarif edilebilir gibi değil.)

Ellerinden, dünyaya gelmekten (kendilerine sormadan getirilmekten diyelim) doğan en basit olanlar da dahil, tüm hürriyetleri alınanların çoğu gibi (e, esasen 4 yaşındaki bir çocuğu kiliseye götürüp orada "gospel" söylemesi için onu teşvik eden bir anne yüzünden/sayesinde) tanrılara ve müziğe kaymış hayat yolu, hem de en başından itibaren. Belli'nin "tarif edilemez" bulduğu bir acıda, köy köy gezerek gitar çalıp ilahiler söylemiş.

"The Original Soul Sister"la tanışın. Sister Rosetta Tharpe, kapalı bir Manchester gününde hemen hepsi beyaz olan yeniyetmelere coşkuyla...


Sister Rosetta Tharpe söylüyor: Didn't it Rain?


Yıl 1964. Artık neredeyse 50 yaşında, eh, epeyce şöhretli, güçlü bir kadın gibi görünüyor; hele de öyle bir çocukluk hikâyesinin ardından... Oysa (tekrar) yıl 1964. Mesela Rosa Parks'ın 55'teki otobüs eyleminin izleri tüm otobüs duraklarında belki; Mihri Belli Amerika'yı örgütlerken kaydırak kayan Martin Luther King, "Bir hayalim var..." konuşmasını henüz bir yıl önce, ülkenin başkentinde yapmış (öldürülmesine birkaç yıl var); Güney'deki eyaletlerde siyah Amerikalılar, üniversitelere kabul edilmiyor (aslında birçoğu eğitim politikaları, okul yönetimleri ve toplumsal baskı nedeniyle lise düzeyindeki eğitimlerini bile tamamlayamıyor); ülkenin her köşesinde, bugün de olduğu gibi polisin siyahlar üzerindeki korkunç baskılarına karşı öz savunma gücü görevini üstlenecek olan "Kara Panterler" henüz ortada yok...

"Yağmur yağmadı mı çocuklar?" diyor şarkısı; Nuh Tufanı'na ithafen. Beyaz İngiliz çocuklar ders alsın istiyor gibi. Ama esasen o yağmur yağsın, o tufan kopsun diye geçiyor olabilir içinden. Tok, hararetli bir sesle "Yağmur yağmadı mı çocuklar?", "Hâlâ yağmadı mı?"ya dönüyor belki. Bir tufan, tüm acıları ortadan, tüm tarihi yeniden yazarak kaldıracak!

Halkının özgürlük mücadelesi, bütün dünyaya ilham olurken, siyah bir kadın, kendisinden sonraki müziğin kurallarını çoktan beridir yazıyor.


Dersim

Dersim... "Gümüş kapı" anlamına geliyor. Bugün bir intikamın adı olan "Tunceli" yerine "Dersim" demek bile ne güzel hissettiriyor değil mi? Bir isyanın, aslında bin isyanın coğrafyası; halkların "biz varız; tam da olduğumuz, olmak istediğimi gibi varız!" coğrafyası...

Acıda kıyas ayıptır tabii, ama anlamak için demeli: Dersimli'in acıları, yoksunlukları, kayıpları, yüzleştiği katliamları Arkansaslı'nınkini aratmaz.



                  Ayşe Şewaxî söylüyor: Were Were & Min digo Melê (Baran Barî)

Ayşe Şewaxî, evinde, etrafında kimisi gözyaşlarını tutamayan kadınlara, bir kaybın ağıdını okuyor önce. Ardından bir imkansız aşk türküsünü ("kilamını" mı demeliydik?)... Derken (4. dakikanın ortalarından itibaren) bağlamasına başka bir tempoyla vurmaya başlıyor, hareketleniyor; sanki coşacak da bunca acıdan sonra umutlu, mutlu, heyecanlı bir şeyler söyleyecek. Semaha durur gibi oynayan bir kadının görüntüsü sonra:

"Midgo melê le le midgo (min digo) melê..."

"Dedim ki 'melek' le le dedim ki melek..."

Vuruyor sazına!
İnsan, "Ne güzel..." diye düşünüyor, "'melek' diyor sevdiğine. Güzel bir hikâye olmalı."
Derken devam ediyor:

"Malan bar kir, vay vay, çaydan (di)kelê!"

"Evler yüklendi (gitti), çay (hâlâ) kaynıyor!"

Dersim'de bir evde, unutulmamış bir gidişin türküsü...

İlk plak kaydını Dersim Katliamı'nın yaşandığı elim yılda yapan Rosetta Tharpe yıllar önce Manchester'dan soruyordu: "Yağmur yağmadı mı?"

Tharpe hayata gözlerini yumduktan sanıyorum 6 ya da 7 yıl sonra Pertek'in Celedûr köyünde dünyaya gelen Ayşe Şewaxî cevaplıyor kilamın devamında:

"Baran barî lê lê erd şil nekir,
Ev ya mîn bûy lê lê Xwedê nekir."

"Yağmur yağdı, le le, toprak ıslanmadı,
O benimdi de, le le, nasip olmadı."

Acı, araya giren okyanusu, bizi uzak eden dilleri falan dinlemiyor. "Nasip olmamışlık" halini, "olmamışlık" halini, aşk şarkılarında, Allah türkülerinde bile "kaybeden" olmanın göz yaşartan öyküsünü söyletiyor, Arkansaslı Rosetta Tharpe'e, Dersimli Ayşe Şewaxî'ye, Cesária Évora'ya... Ama bu baskıya isyan edenlere de aynı acı söyletiyor: Mesela, 18. Yüzyılda, ünlü "Tanrı Kralı Korusun" şarkısının sözlerini "Kadınların Hakları" diye yeniden yazıp, belki de bugün anladığımız haliyle ilk feminist protest şarkıyı halkın diline pelesenk eden, adı bilinmeyen kadına,  "We shall overcome, one day" ("Bir gün galip geleceğiz") diyen Mahalia Jackson'a, hele hele birkaç yüzyıl önce Anadolu'da,

"Latife, çok hayasızam
Çok severem, çok yüzsüzem
Ar namustan habersizem
Çalaram sazım vallahi" diyen Latife Hanım'a...

(Bu sonuncusu, başka bir yazının konusu olsun).

2 Ocak 2016 Cumartesi

Bu Kışın Kırılmış Kalplerinin Hem Derdi, Hem Dermanı: “Kırık Hava”

Hüsnü Arkan tam da zamanında, yazık ki karanlık ve geçen onca zamana rağmen hâlâ kapkara kömür kokacağa benzer bir kışın arifesinde "Kırık Hava"yla, bir “kırık” halin sesi olmak için bir kez daha kulaklarımızda.


Acılarda aşk devşirdiğimiz, kalbimizin derdini insanlık derdinin üstünde tutmamak için ne büyük çabalar sarf ettiğimiz, insana, memlekete, doğaya dair sorumluluğun sevgilimizin saçlarını koklarken üzerimize düşüverdiği; yine de zulümden sevgiye kaçtığımız, kaçarken yalnız hissettiğimiz, birbirimizi sokaklarda, meydanlarda, cenaze törenlerinde gözlerimize derin derin, uzun uzun bakarak ancak tanıyabildiğimiz bir zaman ve bir ülke bu. Anlamları yeniden bulmak, onlara yeniden sarılabilmek için elimizde birbirimizden başka bir şeyimiz de yok üstelik.
“Kırık Hava”
Yapımcı: Ada Müzik
Kayıt Yeri: Stüdyo Harems
Kayıt: Efe Demiryoğuran, Cihangir Aslan
Miksaj: Efe Demiryoğuran
Mastering: Demirhan Baylan
Grafik Tasarım: Ragıp İncesağır
Fotoğraflar: Özgür Biber
Birbirimize ulaşmanın, derdimizi anlatmanın en evrensel, en sonsuz yolu ise yine ve hep, müzik.
Hüsnü Arkan tam da zamanında, yazık ki karanlık ve geçen onca zamana rağmen hâlâ kapkara kömür kokacağa benzer bir kışın arifesinde "Kırık Hava"yla bu anlaşmanın, bu ortaklaşmanın, bu “kırık” halin sesi olmak için bir kez daha kulaklarımızda.
Ekim'in sonlarına doğru yayınladığı dördüncü solo albümü "Kırık Hava"yla Arkan, her haliyle bizim şarkılarımızı; aşka, özleme, hasrete, yoksunluğa olduğu kadar direnmeye, unutmamaya, paylaşmaya dair şarkılarımızı söylüyor bir kez daha.
1991’de yayınladığı “Bir Yalnızlık Ezgisi”nden bugüne önemli bir değişim gösterdi Hüsnü Arkan’ın müziği. Bir Yalnızlık Ezgisi, yalnız açıkça siyasi mesajlar veren sözlerle örülmüş şarkılarıyla değil, pek tanıdık gelen basit altyapısıyla da (gitar, bağlama, synthesizer) dönemin “özgün müzik” başlığında sınırlandırılan müzikal anlayışının bir ürünüydü. Belki bu nedenle, Arkan’ın yolu 93’te, o güne dek benzer bir tarzda ilerleyen Ezginin Günlüğü’yle kesişti. Bu tarihten itibaren ise hem Arkan’ın hem de onun etkisiyle Ezginin Günlüğü’nün şarkılarının çoğuna imza atan Nadir Göktürk’ün müzik yolu yavaş yavaş değişti, dönüştü. Bana göre, “Oyun”, kendinden sonraki başarılı albümlere rağmen bu dönüşüm en önemli eseri olarak geçti müzik tarihimize.
Hüsnü Arkan’ın, Ezginin Günlüğü’nden bağımsız olarak yaptığı işler de, Ezginin Günlüğü’nün uzun süredir yaptığı işler gibi; politik mesajlar, daha doğrusu toplumsal hayaller içeren bir müziğin bizde örneklerine sık rastladığımız biçimde kötü müzik olmak zorunda olmadığını gösteriyor. "Kırık Hava", bir aşk ve hasret albümü olsa da, politik angajmanın hayatın ve müziğin de temellerine yerleştiği bir geçmişte, diyelim Yeni Türkü’nün sonradan keşfedilen “Buğdayın Türküsü”yle yaptığını birkaç adım öteye taşıyarak şarkılardaki politik mesajı hayata, aşka, dostluğa, özleme yayıyor.
Bunun en güzel örneği ise, her satırında, her notasında “Gezi”nin kokusunu taşıyan “Öyle Bir Rüya”. Şarkı, yine bir Hüsnü Arkan, Birsen Tezer, Gürol Ağırbaş beraberliğinin meyvesi; kulaklarımızın ve kalbimizin en derininde yerini çoktan edinmiş olan “Hoşgeldin” gibi… Bu kez, Hoşgeldin’de çaldığı akustik gitarla küçük de olsa sihirli dokunuşu hissedilen Ortaçgil’in adı yok künyede. Birsen Tezer’in sihirli sesi ise tüm geçmiş güzel baharları kapattığınız gözlerinizin önüne getiriveriyor.
Ezginin Günlüğü günlerinden de biliyoruz; belki artık geçmişe ait olan, şehrin her köşesinde izlerini aradığımız, neyse ki hâlâ zaman zaman bu izleri bulabildiğimiz bir İstanbul hayali Hüsnü Arkan müziğinde büyük yer kaplıyor. Mesela Boğaz’a, mesela Galata’ya; martılara, köprülere, istavrite, sokak çocuklarına, tramvaylara, rakıya her köşesinde rastlıyoruz şarkılarının. Bu havayı makamsal olarak da karşılıyor onun İstanbul şarkıları. Kırık Hava’da nihavent “Uzak Ufkun Yolcusu”, “Aşkı Gördüm” ve öğretmen şair Ömer Karayılan’ın pek güzel şiirinin parçalarıyla bestelenmiş “Makes Hanım”, Arkan’ın müziğinde duymaya alıştığımız Klasik Türk Müziği esintileriyle yapılmış besteler.
Hüsnü Arkan her şeyden önce iyi bir şair. Dahası, yazdığı şarkı sözlerine yaptığı besteler, farklı şairlerin şiirlerinden bestelediği şarkılara kıyasla öne çıkıyor. “Kırık Hava”, “Keder”, “Öyle Bir Rüya”, “Gülersen” ve Cem Adrian’ın kendine has sesiyle “Gönül Yarası”, albümün en “oturmuş” şarkıları. Bunda tabii ki organik bir söz-müzik beraberliğinin, şarkıyı yaratan duygunun bütünlüklü olarak şarkının yaratıcısı tarafından söze ve müziğe dökülmesinin etkisi var. Üstelik bestelemek için seçtiği şiirlerin önemli bir kısmı (bence hiç dokunulmaması gereken, Uyar’ın “Yokuş Yol’a”sı mesela), böyle bir tasarruf için zor yapılar barındırıyor. Yine de belki Derya Köroğlu’yla birlikte, en iyi “şiir besteleyen” şarkıcılar arasında saymak gerekiyor Arkan’ı. Kırık Hava’da, Bedri Rahmi’nin şiirinden sözlerle “Bölüşmek Şart” ve yukarıda adı geçen “Makes Hanım”, bu anlamda, Arkan’ın şiir bestelediği kimi şarkılarında ortaya çıkan sorunlardan arınmış.
Gökhan Tümkaya’nın yazdığı “Aşk Ayazı” ise sözü ya da müziği Arkan’a ait olmayan tek şarkı.
Yine çok değerli katkılar, dokunuşlar var albümde. Birsen Tezer, Cem Adrian ve albümün en akılda kalan şarkısı “Kırık Hava”da hem düzenlemesiyle, hem çaldığı çelloyla hem de şarkının “havası”nı değiştiren vokaliyle Rubato’dan Özer Arkun, künyeyi açmadan kulağınıza çalınanlar.
Künye ise, her Hüsnü Arkan albümü gibi kalabalık ve çok renkli: Cahit Berkay, “Gönül Yarası”nda, “tam burada, tam da bu havada…” dedirten yaylı tamburuyla stüdyoya konuk olmuş. Arıkan Sarıkaya, Baran Çak, Cihan Güvenç (Öyle Bir Rüya); Fatih Ahıskalı, Göksun Çavdar, Eralp Görgün, Alper Zengintaş, Hasan Umut Önder (Kırık Hava); Efe Demiryoğuran (sekiz şarkının bas gitarları, kaydı ve miksajı), şarkıların çoğunda düzenlemeleri yapan, akustik gitarı ve albümü diğer Hüsnü Arkan albümlerinden ses olarak en fazla ayıran elektro gitarları çalan Cihangir Aslan; Hüseyin Cebişçi (Gönül Yarası, Aşk Ayazı), Saygın Akbudak (Makes Hanım, Bölüşmek Şart), Gökhan Varol (Keder), Evren Arkman (Makes Hanım, Aşkı Gördüm); davulları çalan Okay Aynur; viyolonselleri çalan Timur Atasever; perküsyonları çalan Şener Yolal; Erdem Sökmen (Uzak Ufkun Yolcusu); aynı şarkıda vokal yapan Tuğba Tezer; Uzak Ufkun Yolcusu ve Makes Hanım’da çaldığı kanunla “o da burada” dediğimiz Göksel Baktagir; her iki şarkıda udları çalan Yurdal Tokcan; Uğur Varol (Gönül Yarası); Aşk Ayazı’nda çaldığı akordeonla Rustam Mahmudov, sayabildiğim müzisyenler.
“Öyle Bir Rüya”nda büyük ihtimalle Birsen Tezer’in dokunduğu kanunu kimin icra ettiği bilgisi yazık ki albüm künyesinde yer almamış.
“Bu kış hangi şarkıyla ağlayacağımız belli oldu” diyordu bir arkadaşım, “Kırık Hava”dan bahsederken; doğru. Yine de her şeyin bazen çok karanlık göründüğü bir zamanda, ağlayabilmek kadar böyle şarkılar yapabiliyor olmak çok değerli, çok anlamlı… 

(Bu yazı, 21 Kasım 2015 tarihinde bianet.org adresinde yayınlandı.)